yaz gecelerini sevmiyorum kabul. ama kış geceleri de uzunmuş gibi gelen rüyalar gibi. hem fazla uyku getiriyor beklenmedik bir anda, hem de uykusuna doyum olmuyor. sabaha bir de işe gideceksem erkenden uyuyabilmekten başka bir düş görmüyorum. kulaklıkta linkin park'ın yeni çıkarttığı şarkılardan biri çalıyor. "cut the bridge" bizim dilde "gemileri yak" cümlesine denk. eskisi gibi bunun da tadı yok aslında. chester öldükten, daha doğrusu intiharını medya süsledikten sonra her şey onlar için de değişecekti elbette. "ne aynı kalıyor?" diye sızlanacak olanlara baştan tavsiye: "artık kükreyen sesler sahipsiz kaldı ve yeni sözler söylemek lazım kısık sesimizle."
inan bana sessizlik tat vermiyor, ya da ben katlanamıyorum kendimle tatsız bir öğle yemeğinde iki çift laf etmeye. niye yalnız başıma olmak bunca içime dokundu bilmiyorum ama bu sessizliği kıymetli bir ses kırsın isterdim lakin ses kırılmadı kalbim kırıldı. haydi buyur, nasıl toparlarız burasını? oralarda hava nasıldır? akdeniz'de nemli, ege'de falan. ya kuzey'de nasıldır havalar? buzlar kırıldı mı doğu'yla batı arasında? yoksa bu köprü de yıkıldı mı, gemiler yakıldı mı? her şey ekranlarda gördüklerimizden ibaret öyle değil mi? ülkeler arası berbat ilişkiler de buna dahil olmalı. iran animasyon falan paylaşıp millete gözdağı verirken filistinli bir gencin yardım çığlığı algoritmaya takıldı ve bam! bize yalanlar söyleyin! yürüsün bu gemi! ıslah olmaz bir biçimde yalnızca kendimize bakıyoruz kameralarda ve başkasını göremiyoruz. e bir de kendimize bi' şeyler söyleyebilseydik, oturup kendimizin ne diyeceğini de dinleyebilseydik ya! sadece aynada nasıl göründüğümüzle ilgili zahiri çıkarımlar yaparak yılları nasıl hiç ettik konuşmadık mesela. doğru, sen çok kendiyle konuşan biri değilsindir. o da, şu da, öteki de, on-lar da. hem kendi kendine konuşana deli derlerdi. öyle öğretildi kabul gördü ve kanunlaştı. ama işe bak, kimse oturup kendi fikrini bile dinlemeden ağzına geleni saçmayı "ifade özgürlüğü" sayıyor ve anlaşılma kaygısı ve görünme hevesi uğruna sahnede bir rol istiyor. kimin hikayesinde hangi role sahipsiniz? kendi hayatınızın rolünü kimlere kaptırdınız? ingilizce öğreneceğim diye kendi dilinde yalnızca üç beş kelimeyle cümle kuranlardan mısınız? kaçsanız ne kadar burdan uzaklaşırsınız? bu gidiş nereye?
yaz-kış demeden didindi karınca. yan gelip yatan ağustos böcekleri asgari ücrete isyan falan etti, meclis alev aldı. kral kendi fikrinden olmayanı idam edince halk alasını yaptı, sokaklar kan revan. prens güzel dizi mi? izleyeceğim de. sonunu söylersen bozuşuruz. elbette absürt bir komedi izleyeceğim, alışkınım bilirsin. ama gülmezsem bana gülme. ağlarsam halime ağlamayanların benimle gülmesi kanıma dokunuyor. dijital platformda yayınlansın diye diyalogların arasına serpiştirilen propagandalardan başka şeyler duymak istiyorum artık. temiz bir dünya hayalim var. ben burdan başlayacağım silmeye sen ordan.. bir sabah tertemiz iyi çitilenmiş bir dünyaya uyanabiliriz böylelikle. kardan aydınlık bir sabah göreceğime dair umudum kalmadı zira aydınlık sabahların çok karanlık geceleri oldu ve peygamberimin dediği gibi sabah mümin olarak uyandığım yastığa gece bir gavur olarak kondurdum başımı. yarınıma güvenim yok, sana da ayrıca. inan bana sana inanmak "inanma" işinin en zor leveli. bölüm sonu canavarı sen misin yoksa? sen kimsin? aradığım mı? bulamadığım mı? yoksa beni yitiren mi? süslü cümlelerle imalar kuramam, işim değil. kasa arkası ürünlerden hangisini istersin sen onu söyle? işine yaramayacak kıytırık gerçekler iyi satıyor bu ara. sen de durma. avut kendini bomboş sloganlarla. yakışır. varlığına. ya da yokluğuna.
ne diyordum kulaklıkta rap parçaları çalmıyor artık çünkü hızlı söylenen gerçeklerle köşede duran yalanlara çarptım. görmedim, gizlenmiş, saklanmıştı benden. Allah'a şükür ki yaşıyorum. ama sahiden "yaşamak"la gelen zorluğun ötesinde bir "ölüm" olması kadar dehşetengiz bir güzellik daha olamaz, altını da çizeyim. kıyak olsun. "unbearable" diyor amerikanlar. ben de yaşamanın "dayanılmaz" görünen ama sonra gözümü kapatıp koyun saymaya başlayınca tahammül edilebilir gibi gelen bütün yanlarıyla bu yaşa kadar geldim diyorum. bu yaşa erdirdi beni de kurban olduğum, öldürmedi daha genç yaşlarımda.
9725
dia-