şimdi o kapıda duruyor çünkü kapı ona her zaman gitmesi gerektiğini söylercesine aralık kaldı. bardağı tutup fırlattı kapıya doğru bakıp. bardağın o serin ve kavi duruşu ona her zaman kırılmaya meyyal kalbini hatırlatırdı. kırıldığı yerlerden birleşebilmeye duyduğu özlem onu uzunca yataklara bağlamıştı. hatıratına tırmanmayı bir kenara bırakmazsa kendini yine o yatağın üstüne serili bedeni eşliğinde tavanı izlerken bulabilirdi. an meselesiydi. anda kalmak için yutkunduğu ne varsa kusmuştu insanların yanında. geçmiş, terekesine kokusunu sürmüş yar kadar paha biçilmezdi ve nereye gitse onu da götürürdü. geçip giden her şey ilgisini çekip kamaştırırdı ruhunu. ama yok.. onca hüzünlü şarkının yıktığı endamını böyle yerde komazdı. komadı da. tarihin enstantanelerinden kendine iyi bir manzara belledi, o kapıdan çıktı gitti. kapı: çıkıp gitmeyi çağrıştıran aralık.
indiği kafayı delmek üzre yağan yağmurun altında ordan oraya sekti durdu. dışarıdan onu görenler onu deli falan sanmazlardı ama akıllıya da benzemiyordu doğrusu. sahi, akıllılar nasıl koştururlardı? yürümekle tükenmeyecek gibi görünen o yolları nasıl tüketirlerdi? ya da her şey tüketilmek üzere mi icat edilmişti? birçok sorunun kafasında dönmesiyle birlikte kafasının içindeki soru işaretlerini tersine döndürerek başka bir dili konuşmayı denedi. eğer o ses bilmediği bir dilde ses verirse es vermeden yoluna devam edecekti. kafasının içi vızır vızır olsa da anladığı için çıldırırdı insan. anlamaya yer yoksa ama sadece ses varsa? tahammül edilirdi. ama sabır onun işi değildi. sabırla tepetaklak bir ilişkileri vardı çünkü sabır denince içinden böğürerek bağırmak, hızlı hızlı koşmak, kalp çarpıntıları ve belirsizliklerin tükettiği bedeninden başka bir şey gelmedi hiç. sabır: usul usul ruhu sıyıran en keskin bıçak.
yağmur dindiğinde bir yer buldu oturdu. zıplamaktan içi çıkmıştı. çevrede dolanan kuşlar, kanatlarını kurutmak için yarışıyordu birbirleriyle. ilk kim göğe uçacak diye iddiaya tutuşmuşlardı sanki. bir süre onları izledi, gönlünden uçmak geçti. ne zaman göğe baksa gönlünden uçmak geçerdi. gökyüzü: kanatların yokluğuna ağlatan.
kuşlar uçana dek onların kanatlarındaki son damladan kurtulmaya çalışmalarını izledi durdu. itiraf etmeliydi ki bu, sandığından da uzun, zahmetli ama bir o kadar zevkli bir işti. kendi ruhundaki ıslaklıklar geldi aklına, dönüp onları gagalamak, ıslak bir yer kalmayana dek ruhunu gusletmek gelmişti içinden. hem belki böylece bedeni uçmasa bile ruhu uçardı. uçmak deyince aklına hep ölüm gelirdi ve ürperirdi önceden. sonra bir merakla ürpertiyi hemen kışkışlardı. uçmak: yoklukla varlığı ürpertiyle bağdaştıran merak.
eve geri döndü. hep eve dönerdi. dışarıdayken içinden hep eve dönmek geçerdi. evdeyken de dolardı içine bu his. evdeyken de eve özlem hissederdi. ev: dünyadaki sürgününü hatırlatmayacak bir yer.
19625-dia.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder