görünen ve görünmeyen üzerinde yüz bin safsata uçuşsa da ben
tabiatın hiç titremeyen gövdesinde depremlerle sarsıldım,
eni boyundan geniş yolları daracıktı gözümde,
tabiatın-tabi olanın.
koştum yetişemedim,
yetişeceğime inanmadım
kimselere kim olduğumu söylemeden
her nefes verenin kimlerden olduğunu bilmek gibi bir heyulaya kapıldım
pazar ertesiydi
yeni bir başlangıç diye sayıkladığım her şey
eski bir bitişin koynunda sızlanıp duruyorken
annem yaşlanıyordu
babamla birlikte
günler geçiyordu zira artık çocuk değildim
zihnimin idraki bedenimin tükenişinden yavaştı
her şey benim elimle çok güzel olsun istedim
tüm dünyada bayram olmasa da şenlikli olsundu gitmeler
ardından ağlatanlar dahi güzel sözlerle terk ediversindi
bu alemi.
sabretmedim, bir yandan
geceler sabaha ersin de istemedim
inanmadım gecelerimin gündüzü göreceğine
ordan burdan edindiğim sayısız çanak çömlekle kendime
iyi bir şeyler pişirdim
ateşini ben getirmiştim,
üç günlük yerden
üç günlüktü dünya
nazirelerde boğulduğum dünya
derme çatma kelimelerle seksen yıllık bir şairin zihnine hayran hayran bakarken
manası yüzeyde boğulan kelimeleriyle yanımdan
öylece çekip giden dünya
ne bekleyebiliriz artık yarından?
ummak bizi silkeliyorken yalandan
artık gerçekler bize ne verebilir umutsuzluğun baskıladığı
fecr vakti düğümlenmiş ağızlarla öylece eli açık beklediğimiz anlar dışında
ne bulacağızdır
aradığımıza eriştirir mi bizi bu dünya
yahut
yoksa
281124*
dia.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder