Bu blogda ara:

25 Ocak 2025 Cumartesi

yabancı

üstünde uzundur çalıştığı bir yazı var. ser verip sır vermeden gece gündüz onu yazdı. yaklaşık altmış gün, belki de daha fazla. kulağında sürekli çınlayan şarkılardan biri arada dikkatini dağıtacak oldu, sesini kıstı. şarkı bu kez zihninde veciz olmayan sözleriyle ordan oraya yankılandı zıpladı ve yol aradı. titrek bir mum ışığının önünü aydınlatmasından mütevellit yalnızca kısa günlerine özenen ve bezenen biriydi, bu yüzden şarkının da birkaç güne susacağını umarak yazıya odaklandı. aklında egemen kaçış düşleri, parmağında on marifet, gülüşünde alay, gözünde ela. olmasa mı şu da, olsa mı bu da ve sonunda tamamlandı: "yabancı" hazırdı.

anlık kalp çırpıntısıyla editörünü aradı, sesinden anlaşılıyor olmalıydı heyecanı. bir tıksırsa gönlünden tüm hissiyat boşalacaktı. ama daha var dedi editör. okumadan, sormadan, biçmeden vesair. kendisini kadim boşluklarından birine tuttu fırlattı bu cümle. boğazından hırıltıyla uçtu gitti hevesi ve fısıldadı: "neden?"

derin bir nefes almadı editör. bu da, söyleyeceği cümlenin derinliğini az çok ele vermişti. yüzeyde sürükleyecekti kıytırık kelimeleri: "sen daha iyisini yazabilirsin."
"ama okumadın bile." o artık tüm neşesi solmuş ve sıkılgan bir hissiyatla konuşmak zorundaydı. zira kelimeleri bir annenin kucağından koparılan bebeği gibi tiye alınarak koparılmış ve parçalanmıştı. "uzun zamandır yazmıyorsun." dedi editör. "bir çırpıda yazdığın şeyin iyi olabileceğini düşünmüyorum. dürüst olmak gerekirse.." bundan daha nasıl dürüst olabilirdin? diye geçirdi içinden. "daha iyi yazarlar başvuru yapıyor ve onlardan daha iyi işler çıkarabileceğini.. şu halinle düşünmüyorum." dolan gözlerini elinin tersiyle sildi, sesinin çatlamaması için derin bir nefes aldı. "daha yazımı okumadın bile." editör sabır timsali biri değildi ne yazık ki. onun editöre gösterdiği sabrın onda birini o ona göstermeyecekti. gördü bunu ve editör hırsla bir şeyleri yıkmak üzere ağzını açıp nefes aldığında kapadı telefonu.

içinde binbir uğraş vererek tuttuğu heyecanını telefon kapanır kapanmaz gözyaşı ve hıçkırık olarak karanlık odanın içine saldı. bilgisayarın rahatsız edici ışığından ekrana bir yumruk atarak kurtulmak istedi ama bu istekten çok çabuk caydı. daha taksitleri bitmemişti. dişlerini sıktı, hiç de sevmezdi dişlerini sıkanları. kendisine daracık bir mezar bulup girmek, anlaşılmak üzre verdiği kavgayı kendi dahil herkesin bir çırpıda unutabileceği göklere yol alabilmeyi umdu. giderse mutlu olur muydu, giderse mutlu olurlar mıydı? bunu hep düşünürdü lakin o yazıyı yazarken, ela gözlerinde o heves ve heyecan varken ölüm düşüncesi pek girmediydi aklına. ummak, bulmak, anlaşılmak meselesi bir editörün can sıkıntısına denk gelip havada kalmamalıydı. şimdi her yolun sonu uçurum, her kaydın sonu hıçkırıkla son buluyormuş gibi geliyor ona.
25125
dia.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder