Kemiksiz dilimi dişlerim biliyor, şimdi bir de sessizlik beni biliyor. Ömrüm boyunca susmayı becerenlerden biri olmadım. Öne çıkıp konuşacak, kendimi belirginleştirecektim, vurgular yapacak, hayatıma dalacak, ayrıntılara boğularak beyaz bir bayrak sallamadan gerisin geri tersine yüzecektim. Buradan şu anlaşılmasın, ben dilini silahlaştırmış bir şövalye değilim. Gerçi şövalye de neymiş diyeceksiniz haklısınız. İsyan edip kazan kaldırmaktan korktuğum için kendime yeniçeriliği yakıştıramadım. Oldum olası provokatif söylemleri sorguladım. Osmanlı'yı karalandığı gibi görmedim, anlatılanları bir parya gibi dinlemedim ama ben de aldandım. Beni de yeyip bitirdiler cetvellerle ülke biçtikleri sofralarda. "Hasta" olduğumu iddia ettiler. "Adam"sın dediler sırtımı sıvazlayarak. Lakin hep bildim bende aşikar olanı ve benden mütevellit tiksinti uyandıranı. Ne de olsa kanım bir yahudi kanından daha değersizdi, vadedilmiş topraklar meselesiyle tüm soykırımlar aklanabilirdi, günlerin beni oradan oraya sürükleyişinin de politik olduğunu burdan çıkardım. Haberler bangır bangır Amerika'nın alevler içinde kaldığından herkesi haberdar etmek üzre muhabirler bağladı ekrana. Canlı yayınlar donuktu, çığırtkanlar bir martıdan halliceydi, kavgalar vasat ve sponsorluydu. Bundan sebep kumandanın kırmızı düğmesine herkesten önce basıp başımı alıp çıktım bu tevatürden. Öyle sandım.
Bir gönül meselesinden vurgun yemeseydim daha mümkün olacaktı duraklamadan yürümek. Nasibimde olmayandan nasibimi aldım ve suçu üstlenerek tükettim önce kendimi, sonra yolu. Herkesin hikayesinde bir kötü karakter vardı ve benim adım kötüye çıkmıştı çoktan. Baktığım yönün, duyduğum kelimelerin benim sesime kulak verilmeden kulak ardı edilmesi çok yaraladı beni. Ardımsıra söylenenler, yüzüme karşı hicvler ve gözyaşlarının arasında gözlerimdeki yaşı göremeyenler. Karar belliydi. Bu tarih sahnesinden, çığırtkanların açtığı yoldan süzülecek, sorgulamayacak, aramayacak ve bulmayacaktım. İşgalciler kafamı koparsa da sesimi çıkarmam yasaktı. Ne de olsa artık iz bırakmak gibi ne hırs ne azim taşımayan öylesine bir varlıktım. Her gece kabuslar görmemin, her sabaha uyandığımda boşluğun içinde kendime bir yer beğenmemin hesabını kimse kimseden sormadı. Beklemedim, her şey politikti ne de olsa. Çıkarlar söz konusuydu, işin içinden çıkamıyorsan eleştirmeli, bağırmalı, reddetmeli ve tüm suçu yükleyip hakkının hesabını sormalıydın. Olması gereken buydu. Herkes biliyordu, benim dışımda. Ömrüm boyu boyun eğerek, herkesi memnun etme çabası içinde kendi nefesimin soğuk penceredeki buğusuna buruk bir tebessüm çizerek yok olmanın eşiğine geldiğimi görmedi kimse. Kimse konuşmadı, kimse sormadı, kimse omzumdaki yükün ayırdına varmadı. Toparlayamadığım aklıma bir dolap koymak istemiştim, o da olmadı. Okuduğum kitaplar, gülüşler, nefret dolu bakışlar, haykırışlar, geçmiş gelecek, bugün, güncel meseleler, yangınlar, vahşetler, yalanlar... Hepsi ortalığa saçıldı. Tüm karmaşanın ortasında hıçkırıklarla sarsıldım.
Kemiksiz dilimi dişlerim biliyor, kan tadını alamıyorum zira boğazım kupkuru. Gözümün önü karanlık, aklım buğulu. Helal etsin hakkını, boğazımdaki yumru. Artık titrek gözler ve akıcı sözlerle bir kurgunun etrafında dört dönemem ve siyaseten bir tutsak gibi yasaklı yayınlar neşredemem. Kolumu omzuna atamam sevdiklerimin zira kolum aşağı düşerse vurulurum keskin nişancılar rock parçaları dinlerken vuruyorlar bebeleri, abesle iştigal ederek abesten mezkur nedir bilmiyorum. Sokaklara döşenen patlayıcılar kimin ayağının altında takırdarsa bitmiştir oyun. Ayağımın altından tiktaklar geliyor duyuyor musun? Görüyor musun bu muhal yolu? İstikamet yol boyu tükenerek gitmek üzeredir, demiştim ki bir ara "Kaçmak da bir kaderdir." Sabırsızlığıma ve aceleme rağmen zamanı durdurmuştum içimde ve gülüşme sesleriyle bir oyun tertiplemiştik biz bize. Dünya hayatı da bir oyunduysa ve bu oyunu kuranın kimin adamı olduğunu bilmiyorduysam ben manipüle mi ediliyordum? Medya? Bürokratlar? Aktivistler? Avukatlar ya da hakimler? Ya da öğretmenler? Önde kim kamete durduysa ardından gelenlerin dolu dizgin yazdığı bir hikaye değil miydi tüm bu olan bitenler?
Kemiksiz dilimi. Kanın tadını. Kupkuru boğazımı. Dolan gözümü. Daralan göğsümü. Sıktığım yumruğumu. Kırdığım dişlerimi. Parçaladığım avurdumu.
Gökyüzü berrak, renkler acımasız. Dağılıyorlar birbirleri içinde huzur arayarak. Mavi ve mor. Gök ve leylak. Artık siyahın beyaza karıştığından daha gri bu semanın rengi. Yerlerde taşlar, büyük büyük. Engeller, tümsekler, görünen ve görünmeyen. Söylesene bu kimin gördüğü, kimin görmekten imtina ettiği ve. Kimin? Kabule değer, hükümsüz de biraz. Az biraz yürürsen ve yolun ucunda o aynayı görürsen tekrar sor, tekrar kır, tekrar yapıştır ve tekrar. Görürsen. Göremezsin.
14 ocak 2015.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder