Bu blogda ara:

28 Şubat 2025 Cuma

avuç içlerine yaz/dıysan şiir

temiz şiirler bulmak ve seslendirmek istiyorum
dinle ki bir şiir çözüldü dilimden ve koptu düşlerimden
artık gözlerine hayran hayran baktığım saatler suskun
sabahları zor uyanıyorum ışığın altında işkence geliyor uyumak
heyecanını yitirmiş bir cam kenarı seçmiştim kendime
ordan bakıyorum dünyaya
burdan ve gökyüzünden seslendiriyorum tüm şiirleri
adamakıllı şiirler bulursan yaz
aklına bir şiir adı gibi bir anda sökün edersem yaz
karlı bir günde yolda kalırsan yine, yaz
artık sicim gibi bombalar yağıyor gökyüzünden
ellerimizle yaptıklarımızdan sorumlu tutulacaktık
fışkırırken bir kurşun yenidoğanın göğsünden
tüm dünya susturucu takılmış bir silah
tüm insanlar elleri ensesinde ürkek
dizleri üstüne çökmüş ve


o sabahın ardından yine senin sesinle bir şiir duymak istemiştim
tabiatına bak şiirin ki her şiir
kendi şairinin elinde anlamsızlıktan kurtulur zira
herkes eliyle yaptıklarının sorumlusudur
eliyle öldürdüklerinin ve yeşerttiklerinin

bu ezada şifa aramak senin harcın değil
bu vakitte camiye koşanların mutlu neşesinden kendine bir pay biç
ramazanla esirgensin yüreğim ve bağışlansın
suçlarımı, şikayetlerimi, sevinçlerimi ve beklentilerimi avuç içlerime yazdım, açtım göğe
sen de yaz birikmiş ne varsa günahlarınla ve işlediğin hayırlarla ansın seni geceler
denk geldiğin dualardan biri makbul olur da affedilirsen de yaz
şiir olur belki o mağfiret ki
onun merhameti herkesin anlamaya güç yetiremediği bir şiirdir zati
aciz gönlümüzle affetmekten bile beri dururken nasıl
anlayalım onun ilmek ilmek insanlığa bağışladığı kafiyeleri

bu artık söylenmemiş sözlerin tükettiği bir zihinden dökülen ki
yokluğu varlığı ile denk düşen senin yanında
ne istedimse olmadı
ne vermediyse vardı onda bir hayır
anladım lakin idrak edebilmedi gönlüm
günleri sayarak, sorarak ağlayarak
beklemeden ama beklemenin vehmiyle tutuşarak
insan ömrü boyu aradığı üzereymiş ya
bulursa bahtiyar
bulmazsa bahtiyar.

1325*

23 Şubat 2025 Pazar

çay var

Günlerden pazar. Ocakta kahve değil çay var. Az önce kapı tıklanmış mıydı, şüphesi var ama hiçbir fikri yok. "Bir daha çalarsa.." diyerek sessizliği dinledi şaşkın ama aslında boş bakışlarla. Günü rutin, sade ve belki de biraz hüzünlü geçmişti. Kafeste zorla adını öğrettiği kuşu artık yok. Annesigilin tüm ısrarlarına rağmen onlarla gitmeyi reddettiği için oturduğu yerden kuşun olmayışına, kapının tıklanmış olabileceğine, sessizliğin kendisine anlatmak istediklerine falan odaklandı. Dışarda hava kuru bu arada. Feci soğuk var, çay ocakta. Kahve olsun isterdi, ya da sahlep. Bu sıcakta iyi giderdi ama kahve sevmez. Sahlebi kalkıp pişirmeye.. Üşendi. O her zaman üşenir. Dışarı çıkmaya, kalabalıklara karışmaya, yola gitmeye, yol bulmaya, yol aramaya.. Onun en kötü huyu oturup sadece düşünmektir. Bazen ne düşündüğünü bilmeden düşünür durur. Kafasının içinde milyonlarca düşünce dolanır zanneder ama aslında bir tane dolaşık ip yumağının etrafında elinde çileyle döner öyle.

Geçen kış kuş öldüğünden beri penceresine de kuş konmadı. Ya da o öyle düşünüyor. Arada serçeler gelirdi, arsız bir kumru camın önünde ısrarla öter dururdu. Artık ne istiyorduysa. Bu kış sessiz. Artık sessizliğin son bulduğunu düşünmüştü ama insan fazla iddialı olmamalı. Sokakların gürültüsü bu sessizliği kırmaya yetmiyor, yetmeyecek. Duymak istediği bütün seslere kulak kabarttığı halde bu itinalı suskunluğun duyanı var mıdır, merak ediyor. Sormaya korkuyor ama. Çünkü ne zaman zihnindeki soruları boşluklara doğrultsa yalan yanlış ifadelerle eşleştiler ve tüm dünya onu bir yalana inandırmak istercesine organize oldu. Dibi görmek iyi bir şey midir bilmiyor, halbuki zirvelerle de arası yoktur. Safi kötüyü tanımayan iyiyi bilir mi? Seslerin ortasında sessizliğin ne menem bir şey olduğunu, umut ve bekleyişin açlık kadar titreterek kişiyi yoksunluğa sürüklediğini sorsalar söylerdi. Kimse sormadığı için o da öyle kaldı. Bu ara hep böyle. Belki de uzun zamandır böyleydi ama o yeni anladı. Anlamanın anlaşılmaya götürmediğini de bir ara ona söylesin biri.

23225*

14 Şubat 2025 Cuma

acele

Zaman kafi gelmiyor, ertele ertele. Postpone adımız olacak neredeyse. Satış yapan nerdeyse herkesin kuyruklardan nasibini aldığı bir başka gavur bozması kapitalistik girişimle çok özel hissetti o kadın kendisini. Adam ise dünyanın en bahtiyarıydı zira alnının akıyla sıyrılmıştı bu günün getireceği kara kehanetlerinden kaynananasının. Kadın üşenmeden aksırmadan tıksırmadan yaşına başına bakmadan tüm olumsuzlukları sıralamıştı. Nefes almamıştı bunları yaparken. Liste uzundu, damat idmanlıydı önceden. Bu sene.. diye geçirdi içinden. Daha şedit sebepler lazım. Derken saydığı envai çeşit nedeni savuşturdu geçti akıllı adam. Kaynana içi sıkkın bir ifadeyle taradı kızının aşık olduğu herifin suratını. Ne bulduysa... dedi. Ama yine içinden. Son kozuna gelmişti sıra. Elleri terledi, gözlerinin önünden izlediği dizilerden bir kuple klas senaryolar geçti. Oralardaki lafı gediğine koyan valideler falan hep bu kadının idolüydü. Bu sene çok daha önemli... dedi bıkmış bir sesle. Gözlerini o özendiği bakışlardan bakışlarla çevrelediğini hayal etti. Dudaklarında hin bir gülümseme, saçlarında grinin her tonu... Olmuştu işte. Lakin damat beklenilen tepkiyi hala vermediği için afallamak üzereydi. Tüm bu çaba, kendinden emin oyunculuk.. Boşa mı gidiyordu yani? Senelerdir bir çiçek bile koparmadın kızıma... Geçen her şey üst üste gelince sinir krizi geçirdi, ağlaya zırlaya artık boşayacağım bu adamı dedi... Kızının mutluluğunu kendi ikna çabasının gerisine itti. Damadı taramayı sürdürdü ve bir ışık görmek istedi. Başardı da. En sonunda tabi sosyal devletin manzumesinden müteşekkil adaletin vuku bulabileceği bir olasılığa değinmişti ve o anda adam annesi sayılan kadına dönüp bakmadan ceketini cüzdanını alarak çiçekçiye koşuvermişti. Ertele ertele nereye kadar dedi adam yolda. Alnında biriken terleri, çiçekçiye bıraktığı serveti bir kenara bırakarak dayandı evinin kapısına. Ne de olsa eşinin huzuru evinin huzuru demekti. Elinde bir buket gülle ve lüks kağıtlara sarılmış beşinci kalite çikolatayla abandı zile. Normalde tıklatırdı ve anlardı kadın, gelenin eri olduğunu. Bu kez farklı olmasın mıydı?

Zamanın kafi geleceğini bize kimse söylemedi. Tıknaz nefeslerle aman vermeyen yokuşlar arşınladık, kardan sonra tuzlanmış yollara bazen hüzünle bazen neşeyle baktık. Gökte aradığımız o şeyi bir çift gözde buluruz sanmadık mı hepimiz? Tüm şakalarımızın arasına katık gibi dualar yerleştirmedik mi? Azar azar geçen ömrün bir anda birileri için tamama erdiğini gördüğümüzde ağlayan gözlerle el açıp "Nolur biraz daha kalsaydı.." minvalinden sözlerle uçu açık isyanlar seslendirip sonra tövbe ettiğimizi kanıtlar biçimde uzun uzun göz yummadık mı? Yumduğumuz gözlerimizden biriken yaşlar boşalmadı mı? Neyi erteliyorsun öyleyse?

8 Şubat 2025 Cumartesi

kıtal

O bakış canlıydı. Titreyen gözbebeklerinin söylemek istediği bir şey vardı, gözünün beyazını yavaş yavaş boyayan damarların iyice kanlanmasının ardında kimsenin bilmediği köklü bir sebep yatıyordu. Ama dil konuşmadı, göz ne kadar anlatabilirdi ki böylece? Olmazlar ve sonuçları hesaplanmadı. Sahnede sadece seslerden ve davranışlardan oluşan bir sebep sonuç ilişkisi aranıyordu, aranan kan bulunamadığı için kimsenin aklına gözler ve anlatmak istedikleri gelmedi. Böylece sen, ben.. Bir his ve bir ayrıntı olup kaldık köşemizde. Dilimizden dökülecek olsaydı bir şeyler, belki çözebilirdik diye düşündüm çoğu kez. Sen de düşündün. Düşüncelerini gözlerinde boğmadan evvel orada iki saniyeliğine barındırdığını söylemişti çünkü titreyen kalbin. Ne olursa olsun biz, dilimizden dökülenlere ve elimize kolumuza ilişen hareketlere odaklandık ve kalbi de böylelikle hiçe saymış olduk. Kıtal bitti, İsmet Özel'in dediği gibi.

Günler benzersiz bir hızla geçip gidiyor ve aklıma gelenlerin dilime dökülmesi zaman alıyor. Bazen bu hiç gerçekleşmiyor zira alacağım bazı yanıtları ezbere bildiğimden hiçbir kalkışmada bulunmuyorum. Bu, beni bir tembel gibi gösteriyorsa da aldırmıyorum. Ne de olsa insan insana artık hiç acımıyor ve buna alıştığımı hissediyorum. Ama bir yolu olsa ve biz zihnimizden geçenleri kalbimizdeki hissiyatlarla birleştirsek ve en mukim şekliyle dile getirsek fena olmazdı. Geleceğin ve geçmişin ördüğü ağlar sebebiyle şu anı böyle boynu bükük bırakıyoruz her seferinde. Bu bir bakıma çok iyiyse de bir bakıma şimdinin sihrini söküp götürüyor. Geriye, geride kaldığını bilmeyen bir kızılderilinin acı çığlığı kalıyor.

Söylesek ve bitse. Gerçi biter mi sanmıyorum ama bildiğim şu ki, söylemedikçe içimde büyüyor ve ben şişkin yürekli olmaktan hoşlanmıyorum. Bence bir güvercini andırıyorum, sürekli anlamsız sesler çıkararak başımı sağa sola yukarı aşağı sallayarak günü kurtarmanın derdine düşen birine dönüşüyorum. Kalbimi acıtan cümleleri, yaşadığım stresten ötürü kulağımı esir alan uğultuyu, gözüme oturan seğirmeyi, hiç hak etmediğim tavırları, umursanmayışlarımı... Üstümde hissettiğim onca şey var ve dile dökebildiğim hiçbir şey yok. Bu nasıl olabiliyor? Her seferinde mi hüsrana uğrayacağım da böylesine korkuyorum alacağım cevaplardan? Halbuki iş yerindeki o kadına aklımdan geçen asıl şeyleri söylesem, şakayla söylenen bir cümlenin aslında beni ne kadar alçalmış bir hale soktuğunu dile getirsem falan.. Fena olmaz mıydı? Neyden korkuyorum, eskisi gibi olamamaktan mı? Şimdiki halimle eskide olduğumu sandığım kişi arasındaki farkı hiç konuşmuyoruz kendimle. Halbuki biliyorum. Ne şimdiyim, ne de dün. Seyrettiklerim, dinlediklerim, okuduklarım bile günbegün değişirken söylemem gereken cümleleri sarf ettiğimde bir şeylerin değişecek olmasından neden korkuyorum? Patavatsız biri değilim, karşının kalbinin çatlaklarını kendi kalbimin parçalarından daha fazla düşünürüm, o halde sorun ne?

Olduğum kişinin barındırdığı asıl cümleleri ve asıl hisleri neden böyle peçetelere sarıp zehirli bir madde gibi içimdeki çöp kutusuna attığım hakkında artık fikir yürütmek istemiyorum. İstediğim şey, Hakkın rızasına uyduğu biçimde kendime değer vermek. Ben bir istifçi değilim ya da lazım olanların saklandığı alelade bir kutu. Onu söyledin ve ben çok kırıldım. Bilmeni istiyorum zira derdim bilmen değil bu hissiyatı içimden atmak. Zira ben kırgınlığımı dile getirmedikçe içimde seninle savaşıp duracağım ve bu savaş bana nice yenilgiler getirecek. Halbuki atakta da ben varım savunmada da. Söyleyeceğim şeyi ne kadar anlayacağın umrumda değil. Bu savaşı kazanmaktan başka derdim yok. İncindim, ağladım, kalbim kırıldı, hıçkırdım. Senin yaşadıkların da umrumda, düşüncelerin de. Ben başkalarının düşüncelerini hiçe sayarak yaşamayı sürdüremiyorum. Sessizliğin, kendi içine çekilişin beni benden koparıyor zira konuş, haykır benimle tartış istiyorum. Ancak benim isteklerimle senin davranışlarının menzili uyuşmak zorunda değil, bunu da kabul ediyorum. Kabul edemediğim şeyler de var ama kabul edemediğim şeylerin arasında kendime yenilmenin güçsüzlüğünü artık sırtlanmak istemiyorum. Bir şeyleri halledebilir miydik, neden öyle oldu, beni herkesin önünde küçük düşürdün farkında mısın?, bekledim ama gelmedin, bekliyorum hala... Bunları verilmesi gereken yerlere yeri geldiğince verip bu borçtan kurtulacağım. Kendimle senin, sizin yüzünüzden savaşmayacağım. Daha büyük savaşlarım ve daha kadim yenilgilerim var. Artık gözlerime tutsak olmayacağım. Sen de olma. Ya da ol. Beni ilgilendiren benim savaşım. Ben elimden geleni yaptım.

9225