Bu blogda ara:

28 Mart 2025 Cuma

aksi.

Kapanmayan yara kanar. sönmeyen alev harlanır. Hayatın bıraktığı enkazda temeli çökmeyen her şey yeniden yükselmeye muktedir olur zamanla. Bu gücü neyden, nasıl aldığını zaman gösterir.

Söyledikleriyle yaptıkları arasında bir bağlantı yoktu.
"Yürüyün!" diye bağırıyor, kendisi oturuyordu
Rüzgarların gürül gürül estiği bir gündü
elinde şemsiye, yağmur duasına çıktı
Görenler onun kar eldivenleri taktığını da gördüler
Duyanlar onun yaza özlem dolu şiirler okuduğunu da duydular
Sineklerle dolu bir bakkalda öğleden sonra uyuma düşleri kurardı
kışın ortasında
Kimse garipsemedi, bakkaldaki veresiye defterinde adlarının üstüne çekilecek o çizgiyi
hayal ederek uyudular
Günler döndü dolaştı
Ters giyilen bir kolluk gibi yaşayan o adam hüngür hüngür ağladı
Gelenler o mutlu bir habere ağlıyordur diye geldiler
Duyanlar ağzından gırla kahkahalar ortalığı inletir de duyarız sandılar
Görenler.. Görenler onun gözlerindeki acıyı gördü
Önce köyü, sonra kasabayı, ardından ilçeyi bir hüzün kapladı
Giderken dönmekle ilgili şarkılar söyleyen o adam bir daha hiç tümcesinden fazlası olmadı. Ne tersi, ne eksiği ne de..


Cümlelerinin getireceklerinden korkarak yaşadığını söylerdi
Ona bunu bir zamanlar ardına dönmeden giden bir kadın öğretmişti.
"Döneceğim" dediydi kadın.
"Güzel oğlum döneceğim, beni bekle, ağlama sakın."
O günden beri bildiğini bilmez görünür, söylediğini duymaz dedirtirdi
Gel zaman git zaman anasının yokluğuna alışınca
düşüncesi fikri elinin kolunun ardında kalınca


Bağıra bağıra ağlarken tüm köy onun inlemelerine şaşıra şaşıra soluğu evinin önünde aldı. Kadın, çocuk, bebek, eşek, adamlar ve adamlıktan nasibini alamayacaklar.. Herkes ordaydı. Tersine herifin feryatlarına kayıtsız kalamamışlardı diyeceğiz ama kayıtsızlıktan değil meraktandı. O ağlarken bunların böyle olduğunu biliyordu zaten. Sözüne itimat edilmediğinden herkes bütün yalanını hilesini hurdasını ona açar söylerdi. Millet işlediği günahların azabını taşıyamaz soluğu bunun yanında alırdı. Tersine yaşayışının bedelini tüm köyün papazıymışçasına ödedi. Ağlarken bunları da hatırladı, köy halkının namussuzlukları dilinin ucuna geliyor geri gidiyordu.

Meraklıların arasından biri onu omzundan dürttü. "De be aksi herif.." Köydeki herkes ona böyle seslenirdi. Tersi demek dile yapışıyormuş. Aksi demek hoşlarına gitmişmiş. "Nedir seni bunca üzen, ağlarken gülmekten alıkoyan.. Ağlar durursun günlerdir. Alıştık sana ve aksini temsil eden sözlerine. Nedir seni bu kadar ağlatan ki, üstümüze kıyamet yağacak gibi hissettirir?"

Aksi, derin bir nefes çekip sesli bir biçimde burnunu sildi. Bundan kimileri iğrendi, kimiyse ağzından çıkacak sözlere kilitlendi. "Yok bir şeyim.." diyecek oldu ters ters, milletin meraktan kurumuş dudaklarını, alık suratlarını, soru dolu gözlerini görünce bir sinir bindi üstüne. "Hem size ne? Derdimin tasası size mi düştü?"

"Elbet bize düşecek, kime düşsün?" diye sordu bir kadın. "Şimdi gönlümle isteyip de sırf milletin ağzına sakız olmayayım diye yapamadıklarımı kime anlatacağım ben? Sen bu sahici gözyaşlarıyla artık ne bizi dinlersin, ne de sırrımızı saklayabilirsin. Kendimize yeni bir kalleş bulup o kalleşi aramızdan ayırt edene kadar bir ömür geçecek şimdi.. Bizi nasıl bir derde koydun bildin mi?"

Aksi, duyduklarını duymak, gördüklerini kabullenmek istemedi. Kadının ardından diğerleri de benzer şeyleri zikretmişti. Artık haline daha mı ağlasın, acınacak haline boğazı yırtılırcasına gülsün mü karar veremedi. Onlarla ilgili bildiklerini yüzlerine çarpsa.. Artık bunu yapamayacak kadar hisli ve gerçekti.

"Döneceğim deyip dönmez olanın oğlu bir garip adamım ben. Gidin işinize, bakın derdinize, söyleyemediklerinizi tutun içinizde, yükünü sırtlanamayacaklarınızı yapmayıverin artık!" Kalabalıktan yaşlı bir adam sıyrıldı. Güç bela belini doğrulttuktan dakikalar sonra aksinin yanına gelip sırtını sıvazladı. Aksi, bir adama, bir de onun bükülmüş beline baktı. Yaşlı adam gülümsüyor, eliyle tap tap oğlanın sırtına vururken ona sabrı tavsiye ediyordu. Az önceki kadın ihtiyara bakıp "Amca sen bilir misin yoksa bu adamın derdi nedir?" diye sordu.

Adamcağız soruyu kimin sorduğunu görmek üzre kafasını çeviremeyecek kadar bitkindi aslında. "Bilirim.." dedi kalabalığa değil aksiye bakarak. "Ama yazıktır ki yoktur bu derdin dermanı. Ama iyidir ki bu dertle bulur asıl dermanı.." İhtiyar bundan fazlasını söylemedi, aksi ihtiyara bakıp güçlükle gülümsedi. Onların bu hali ahalinin ilgisini çekti ama saatler olmuştu geleli. Sessizlik içinde dağıldılar. Merak içinde ve çelişkilerini dile dökebilecekleri bir çift kulak bulabilmek arzusuyla gittiler evlerine. Onlar gidince ihtiyar aksiye baktı, bunu yapması için epeyi güç harcamıştı. "De bana, Azrail mi göründü, vefasız anacığın geri mi döndü, ölen babacığın mezardan çıkıp yeniden mi öldü? Nedir sana acıyı hatırlatan ki seni gerçek eyledi?"

Hıçkırıklarına bir yenisini ekleyen aksi kafa salladı. "Hiçbiri.." dedi. "Bir kız vardı, her gün kapıma gelip bana beni sevdiğini haykıran. Bugün gelip 'Artık benden ümidi kes..' dedi. Babası başkasına verecekmiş onu.."

İhtiyar anlayışla gülümsedi. "Bu mu derdin? Konuşsak babasıyla, hallederiz."
Aksi kafasını salladı. "Yok dede, dert bu değil. Dert başka. Ben hiç sevmedim ki bu kızı. Ama sever gibi yaptım. Kalbim ona buz gibiyken güldüm, çiçekler verdim, şiirler dizdim ona. Bunca insan sözüme inanmayıp üstüne yalanlarını da üstüme yığdığı için alışmıştım artık yalancılardan sanılmaya. Ama kızın dediğini duymadın mı? 'Benden ümidi kes' dedi bana dede. İnanmış bunca zaman bana. Bilmiş ki ben onu sevmişim. Bunu söylerken gözlerindeki acıyı bir görseydin. Tastamam gerçekti. Benim süslü yalanlarla bezenmiş bakışlarıma benzemezdi. Riyakar gönlümü gerçek sanmış.. Aldattım sanarken aldanmışım dede."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder